SELÇUK ÖZYURT

Boş ver dünyayı sen de gelsene

Yazar Selçuk Özyurt Kaleminden Hikayeler... 

 

Konfeksiyon mağazası vardı Yeşildirek’te

Genelde sabahları aynı otobüse binerdik…

 

Durakta karşılaştığımız her sabah, otobüs gelene kadar işlerden konuşurduk. O bana nazaran daha yoğun uğraş içindeydi.

Konfeksiyon mağazası vardı Eminönü Yeşildirek’te.

Osman Abi, hayata dair hiç umutlu konuşmazdı…

İşleri muntazam yapmanın, para kazanmanın ve çokça çalışmanın gerekliliğini ama dünya işlerinin hep boş olduğunu

söylerdi.

Genelde o benden çok konuşur, sormadığım soruları da kendine sormuş gibi cevap verirdi. Ben konuyu kıştan açsam, o milli

takımın kötü gidişatına yorumlar yapardı.

Ben de onu çoğu zaman dinler gibi yapardım.

Bazen yaşama sevinciyle dolu, bazen konuşkan ama hep

umutsuzdu. Onun övdüğü değerleri sen de övmeye kalksan,

kendi anlattıklarını da çürütmeye kalkardı.

 

Her şeyde bir umutsuzluk arardı

Dedim ya, her şeyde bir umutsuzluk aramak en doğal davranıştı onun için.

Hükümet iyi işler yapamaz, sonrakiler ayak uyduramaz, kimse

ilâç olamazdı devlet işine... Onun olumsuzluğuna itiraz ederdim:

- Abi niye bu kadar umutsuzsun, hiç mi iyiye giden bir

şey yok?

Onun cevabı uzun ve olumsuzluklarla dolu olurdu:

- Tabii ki, iyi işler de var. Ama herkes üç kağıtçı, düzenbaz,

kötü, çirkef ve yüzsüz. Kime nasıl güveneceksin, kiminle çalışacaksın, kime ne söyleyeceksin?

Uzun yıllardır yanında hiç işçi çalıştırmamış, iş için gelenleri de

sopayla kovalamış ender insanlardan biriydi. Benimle bile konuşurken, arada sırada gözümün içine bakar, fazla açık vermemeye

çalışırdı.

 

Son durakta otobüsten indiğimiz her gün sitem ederdi:

- Çayımı içmeye gel, boş vakitlerde niye uğramıyorsun?

Memleketten her yaz, kayısı getireceğini söylerdi… Kayısı zamanı geldiğinde, cevabı belliydi:

- Konu komşudan sana hiç bir şey kalmadı.

Ama gelecek yıl için umutlu konuşurdu, teselli edici sözler

söylerdi:

- İnşallah seneye kayısı kurusu getireceğim sana

Bir yaz günü vakit bulup, Osman Abi’nin bana daha önceki

zamanlarda tarif ettiği dükkanına gittim… Ara sokakların birinde, tarihi hanların içinde buldum onu. Beni görünce, her zamanki

davranışlarından daha farklı bir sevgiyle karşıladı.

İçeri geçtik.

Yerlerde çuvallara doldurulmuş mallar vardı…

Raflar ağzına kadar kazakla doluydu. Sadece kazak çeşitleri satıyordu. Birkaç model, hep birbirine benzeyen kazak türüydü gözüme çarpan... 

 

Mağazanın içi, yaz olmasına rağmen sıcak değildi.

Bu eski hanlar, genelde hep serin oluyordu.

Duvarlar kalın olduğu için, buralarda güneş sıcaklığını hissettirmiyordu. Dışarı alev alev yanarken, içerisi sanki klimalıydı. Üstelik bu klima, insanı hasta etmiyordu.

Osman Abi, masasına geçip koltuğuna oturdu...

Ben de karşısında misafirler için ayrılmış sandalyelerden birine

oturdum. Kahve söyledi çay ocağından, bir kendine bir de bana:

- Biri normal, biri az şekerli.

Benimle konuşurken Osman Abi’nin gözü hep mağazanın

içindeki çuvalların üzerinde dolaşıyordu…

Bir taraftan da kapının önündeki tezgahını kontrol ediyordu.

Kulağı bende, gözleri ise sürekli malların üzerindeydi... Esrarengiz bir adam gibiydi Osman Abi.

Sanki anlattıkları anlatmadıklarının yanında bir hiçti. Bir şeyler

saklar gibiydi, çoğu şeyi zordan konuşuyor gibi bir havası vardı.

Kardeşleriyle pek arası yoktu Osman Abi’nin…

Onun gözünde aptal, cahil ve beceriksizdiler. Onların ortaklık

tekliflerine hiç olumlu yanaşmamış:

 

- Benden uzak durun kardeş kalalım, kötü olmayalım…

Ticaret, arkadaşlık ve kardeşlik duygularıyla olacak

iş değil. Prensipli olmak lazım, dürüst olmak gerekiyor.

Biz onunla konuşurken, koridor boyunca sıralanmış mağazaların önündeki insanlar, futbol muhabbeti yapıyorlardı. Sesleri kulaklarımıza kadar geliyordu. Bütün konuşmalarını rahatlıkla duyabiliyordum.

Osman Abi dışarda konuşanları işaret etti:

- Görüyor musun şunları?

- Neyi abi? 

 

- Şu terbiyesizleri… Bu handa başka insan var mı yok mu,

umurlarında bile değil.

- Abi ben alışmışım bu seslere, duymamak lazım, her yer böyle…

Osman Abi kafa salladı.

Bir süre onun yanında oturduktan sonra, kalkıp Beyazıt’a gittim...

Son zamanlarda morali bozuktu

Osman Abi’yle yaklaşık üç yıldır tanışıyorduk. Otobüslerde gidegele ahbap olmuştuk. O da bir kere benim yanıma uğradı sonradan.

Morali bozuktu, konuşmaz olmuştu Osman Abi. Birkaç kez

sordum:

- Mesele nedir abi?

- İşlerim biraz bozuk.

- Satışlar mı düştü?

- Satışlar değil, mal verdiğim adamlardan paramı alamıyorum.

Çok titiz olmasına rağmen, güvendiği insanlara mal vermekte

bir sakınca görmemiş…

Gel zaman git zaman…

Alacakları çoğalmış ama kendi borçlarını da ödeyemez olmuş.

Osman Abi, bunalıma girmişti son zamanlarda...

Sıkıntılarını insanlarla pek paylaşmadığı için, kendi kardeşleri

bile durumu kavrayamamışlardı.

Sıkıntıda olduğunu söylemedi kimselere.

Bana bile derinden hiçbir şeyi anlatmaz, içine atıp kahrolurdu.

 

Apartmanın beşinci katından atlayıp intihar etmiş

Hayatın tüm beklenmeyen numaraları, istemesen de seni sıkıntıya sokar insanlar...

İstemesen de battığın büyük, bir o kadar da küçük dünyadır

bu... Borçlu olduğundan kaçamadığın, vicdanen rahatlayamadığın, bir dünya...

Sonra bunalım çeşitlerinin hepsini teker teker yaşarsın...

Bir ay sonra Osman Abi’nin apartmanın beşinci katından aşağı

atlayıp intihar ettiğini öğrendiğim. Bir saatte gittiğim o yol bana

bir dakikadan daha az gelmişti.

Bana anlattığı hadiselerin, kafamda tekrarını yapıyordum.

Son zamanlarda sıkıntıda olduğunu kimselere söylemediğini

biliyordum…

En samimi olduğu yakın akrabalarından birkaç kişi vardı.

Onlara da anlatmamış, içine düştüğü sıkıntıları.

Osman Abi’nin sıkça tekrarladığı sözleri hatırlıyorum:

- Çalışmak lâzım, uğraş vermek lâzım, prensipli olmak

lâzım, dürüst olmak lâzım.

Elimle gömmüş gibi buldum yerini

Yakın tanıdıklarından Osman Abi’nin mezarının yerini öğrendim… Bir pazar sabahı kalkıp ziyaretine gittim.

Girişteki mezarlık görevlilerinden tam olarak nerede yattığını

öğrendim. Elimle gömmüş gibi buldum yerini. Ailesi mezar taşını

hemen yaptırmıştı.

Doğum tarihi: 1964, ölüm tarihi: 2004 ve El-Fatiha.

Bir müddet başında durdum. 

 

Onunla konuşuyor gibiydim, Osman Abi’yi çok rahatlamış buldum. Eskisi gibi çalışmaktan, disiplinden bahsetmiyordu. Sanki

bana sesleniyordu:

- Boş ver dünyayı, sen de gelsene.

Toprağı bolcaydı ama rahat mıydı?

Bilemiyorum.

Sırtıma güneş vurduğu halde, kafam buz gibiydi.

Pazar günü olduğu için mezarlıkların içinde, ziyarete gelen insanlar dolaşıyordu. Taşların başında oturup ağlayanlar, çiçekleri

sulayanlar, dua edenler çokçaydı.

Dolmuştu mezarlık.

Sanki şehirde herkes ölmüş de buraya yatmış...

Ana yola çıkıp, mezarlığın kapısına doğru yürümeye başladım.

Sanki Osman Abi’nin sesini duyuyordum:

- Boş ver dünyayı, sen de gelsene. 

6 Yorum

Ali batu

Ali batu

19 Mayis 2021
Kısa hikayelerin üstadından müthiş bir hikaye

Kaan

Kaan

21 Mayis 2021
Son derece sürükleyici bir hikaye. Yazar Selçuk Özyurt’un ismini son dönemlerde çok sık duymaya başladım.

Berke

Berke

21 Mayis 2021
Köyden şehre göç edenlerin yazarı insanın unuttum dediği hikayelerin mimarı en çok sevdiğim hikayelerinden biri

Berke

Berke

21 Mayis 2021
Köyden şehre göç edenlerin yazarı insanın unuttum dediği hikayelerin mimarı en çok sevdiğim hikayelerinden biri

Sinan

Sinan

22 Mayis 2021
On beş sene önce okuduğum hikayeydi ve bu kitapla beraber Selçuk ÖZYURT okuyucusu oldum. Çıkacak olan kitaplarını sabırs

Leyla guven

Leyla guven

26 Mayis 2021
Hikayeleri severim, Fakat selcuk özyurt çok etkileyici yazıyor. Insan kitaplarına okurken çok duygulaniyor

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri