PROF.DR.ŞEMSETTİN DURSUN

POTANSİYELLERİMİZ VE FONKSİYONELLİK

Bir düşünür der ki: “Bir insanın okuduğu her şeyi hafızasında tutmasını beklemek, yediği her şeyi midesinde tutmasını istemekten farksızdır. Yediği şey bedenini, okuduğu şey ise zihnini beslemiştir. Nasıl ki, beden kendisine benzeyeni ve ihtiyaç duyduğunu hazmederse, beyin de kendisine uyan ve ilgisini çekeni tutacaktır. Düşünce sistemiyle örtüşenleri ve bir işine yarayanları alıkoyacaktır.”

 

Midemizin ihtiyaç duyduğu besinleri seçme konusunda gösterdiğimiz gayretin birkaç katını, beynimizin, kalbimizin ve ruhumuzun ihtiyaç duyduğu besinler konusunda göstermek durumundayız. Çünkü bizi biz yapan temel değerler buralarda oluşur. Beynin, kalbin ve ruhun zihinsel fonksiyonlarının gereksinim duyduğu gıdaları yeterince verirsek geleceği inşa etme noktasında daha emin adımlarla yürümüş oluruz.

Varlık dünyasında büyüme istidadı gösteren her bir varlığın çekirdeğinde muazzam bir potansiyel vardır. Örneğin, bir nar tanesinin çekirdeğinde kocaman bir nar ağacı, bir dut tanesinin çekirdeğinde devasa bir dut ağacı, bir üzüm çekirdeğinde büyük bir asma ağacı olma potansiyeli mevcuttur. Bu örnekleri uzatmak mümkündür. Bu çekirdeklerde var olan potansiyeli açığa çıkarmak ve maksimum düzeyde gelişim göstermelerini sağlamak için, uygun zaman ve mekânda, belirlenen yöntem ve tekniklerle ihtiyaç duyulan besinleri vermek durumundayız. Ekilen tohumların sağlıklı büyümesi, dal budak salması ancak bu tarz bir yaklaşımla mümkündür.

İnsanın zihinsel fonksiyonlarında da aynı potansiyel mevcuttur. Önemli olan bu potansiyeli harekete geçirecek okumalar yapmak, analizler, araştırmalar, beyin fırtınaları gerçekleştirmektir. Bu ve benzeri yollarla zihinsel fonksiyonlarımız gelişir, bilgi birikimimiz artar, ileriye dönük planlarımız, projelerimiz olur. Hayatımızın inşasında bunlar çok önemli adımlardır.

Her daim önümüz güneşe, ilme, irfana dönük olmalı. Zira güneşin ışınları, aydınlığı temsil ederken, ilim ve irfan zihin dünyamızın besin kaynağını teşkil eder. Bu besin kaynağı ne kadar bereketli ve zengin olursa, beyin o derece güçlü olur. Sırtımızı güneşe verirsek, önümüzde gölgemizden başka bir şey bulamayız. Gölge ise, karanlığı, nesneyi, omurgasızlığı, kişiliksizliği ve silik olma durumunu karakterize eder. Aynı zamanda gölge, cehaleti temsil eder. Zihin dünyamızın besin kaynağı, ilim ve irfandır. İlim ve İrfandan beslenen beyinlerin zihinsel fonksiyonları, sahibini zinde ve dinamik kılar. Dinamizmde daima hareketlilik vardır. Atalete-tembelliğe yer yoktur.

Varlık dünyasındaki tüm ögelerde bir dinamizm ve hareketlilik söz konusudur. Maddenin en küçük yapı taşı olan atom; proton, nötron ve elektrondan oluşmuştur. Proton ve nötron, çekirdeği oluştururken, elektron çekirdeğin etrafında Merkezkaç-Merkezcil Kuvvet dengesi içinde sürekli hareket eder. Yapılan bir hesaplamaya göre, bir madeni lira içindeki her bir atom bir damla su olursa, Marmara Denizi büyüklüğünde iki deniz oluşur. Bu müthiş bir durumdur. Dolayısıyla, statik-durgun gibi duran maddede bir hareketlilik-dinamizm vardır. Atom, Güneş Sisteminin küçültülmüş ve Güneş Sistemi, Atomun büyütülmüş halidir. Merkezde Güneş ve etrafında gezegenler de Merkezkaç-Merkezcil Kuvvet yasasına gör elektronlar gibi dönerler. Ve Evren yaratıldı yaratılalı bu sistem sorunsuz bir şekilde işlemektedir. Gökyüzünde hiçbir trafik kazası olmamaktadır. Bu, Yaratıcının evrende yarattığı Doğa Yasası denilen “Sünnetullah” sayesinde olmaktadır.

Bundan şunu anlıyoruz ki, hayatta atalete-tembelliğe yer yok. Sürekli dinamik ve hareketlilik, bizlere canlılık kazandırır. Durgun sular kokar. Hareketsiz insanlarda çeşit-çeşit hastalıklar peyda olur. “Harekette bereket var” denir. Halil Cibran, “Bir elmanın yüreğinde gizlenen tohum, görülmez bir elma bahçesidir. Ama bu tohum bir kayaya rast gelirse, ondan hiçbir şey çıkmaz… Her tohumda bir özlem gizlidir” diyerek canlı organizmalarda var olan her bir tohumun-çekirdeğin ne muazzam potansiyeller barındırdığını ifade etmektedir.

 

Okumalarımız, araştırmalarımız, tefekkürümüz ve irfanımız hem beynimizi hem kalbimizi ve hem de ruhumuzu besleyen çağlayanlar gibidir. Bu çağlayanlardan mahrum kalan yürekler, beyinler ve ruhlar potansiyellerini ortaya koyamadıkları için büyük sorunlar yaşarlar. Bu besinlerden mahrum kalan akıl, beyin ve ruh kendi fonksiyonlarını icra edemezler. Bu çağlayanlardan kana-kana içerek yararlananlar, hayatına katma değer katarak hayatın bütün zenginliklerinden meşru çerçevede yararlanmanın zevkini, hazzını ve tadını elde ederler.

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri