PROF.DR.ŞEMSETTİN DURSUN

SAHİP OLDUĞUMUZ DEĞERLERİN FARKINDA OLMAK

Sizlerle iki hatıramı paylaşmak istiyorum. Birincisi, 1976 ya da 1977 yılıydı. Diyarbakır Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesinde yatmakta olan bir dostumu ziyarete gitmiştim.

 

Ziyaretimi tamamladım ve Batman’a dönmek üzere, Diyarbakır-Kurtalan arasında çalışmakta olan Ara Trene binmek üzere Tren Garına geldim. Henüz erkendi. Ancak, yer bulmakta bazen zorluk çekildiği için, yerimi garantilemek üzere uygun bir kompartıman arayışına girdim. Bizim mahalleden o zamanki şartlarda zengin sayılabilecek bir beyefendi oturuyordu. Tamam dedim ve kompartımana selam vererek içeri girdim. Ancak, muhatabım selamımı almadı. Çok bozuldum. İçimden, bu tip zengin adamlara selam vermemek gerekir diye düşündüm. Bunlar kendilerini, bir şey zannediyorlar. Bu kibirli insanları muhatap almamak gerekir ve benzeri olumsuz düşünceler, karamsar yaklaşımlar zihnimde üşüşmeye başladı.

 

Bir müddet sonra bir başkası selam vererek içeri girdi. Selamını aldım. Ancak, diğer zengin arkadaş yine selamı almadı. Olumsuz düşüncem biraz daha pekişti. Derken 4., 5., 6., 7. ve 8.kişi kompartımana selam vererek içeri girdi. Her girişte, ben ve diğer arkadaşlar, verilen selama mukabelede bulunurken, zengin dediğim arkadaş hiçbirinin selamını almadı. Onun hakkındaki olumsuz düşüncem tamamen pekişti. Tren hareket etti. Bir arkadaş bir soru ortaya attı. Soru, Toplumsal ya da dini içerikliydi. Kimse konuşmayınca, ben cevaplamaya çalıştım. Açıklamalarım tatmin edici bulundu. Bir başkası soru sordu. Yine kendimce cevaplamaya çalıştım ve bu soru-cevap faslı Bismil’e kadar devam etti. Herkesin yüzü gülüyordu. Çok güzel bir sohbet iklimi oluşmuştu. Okuyan, okumaktan zevk alan biriydim. Ortaokul yıllarımda Sezai Karakoç’u okuyordum. Onun için toplumsal, bireysel ya da dini konularda meselelere kısmen hakimdim.  

 

Hiç konuşmayan arkadaş, birden bir kağıt pusula çıkardı. Bir şeyler yazmaya başladı. Sonra o pusulayı yanındaki arkadaşa vererek beni işaret etti. Pusulayı aldım. Mealen şunlar yazılıydı: “Ben Tıp Fakültesinden geliyorum. Ses tellerimde sorunlar vardı. Muayene sonucunda ses tellerimin kanser olduğu anlaşıldı. Ameliyatla ses tellerim alındı. Artık hiç konuşamıyorum. Sohbetinize iştirak edemediğim için çok üzgünüm. Konuşmalarınızı takdirle karşıladım. Allah(cc) razı olsun”. Bu sözler beni o kadar sarstı ki, adeta yıkıldım. Onun hakkındaki olumsuz düşüncelerimden dolayı mahcubiyet duydum.

 

Bu olaydan iki ders çıkardım: Birincisi, bir olay ya da olgu hakkında hemen hüküm vermemek, meseleyi çok boyutlu bir yaklaşımla değerlendirerek dört başı mamur bir analizle inceleyerek sonuca ulaşmak. Diğeri ise, sahip olduğumuz değerlerin farkına varmak. O güne kadar, ses tellerinin değeri ve bu tellerin konuşmayı sağlama fonksiyonu hakkında çok ciddi bir bilgiye sahip değildim. O gün farkındalık oluştu.

 

İkinci hatıram, 1990’lı yıllarda Dicle Üniversitesi Siirt Eğitim Fakültesinde Öğretim Görevlisi olarak çalışırken bizzat yaşadığım olaydır. Bir gün sınıfta ders işlerken çocukların yorulduğunu hissettim. Hem bu sınıf yorgunluğunu bertaraf etmek hem de sınıfı biraz düşündürmek için bir soru sordum. Dedim ki, “Varsayalım ki, Yaratıcı bizi huzuruna çağırdı ve dedi ki, sizinle bir pazarlık yapmak istiyorum. Pazarlık şu: “Ben size bütün bir dünyayı vereyim. Üzerinize tapulayayım. Bunun karşılığında aklınızı alayım” derse bu pazarlığı kim kabul eder”? Bir öğrencim el kaldırdı. Buyurun dedim. Dedi ki, “Hocam ben kabul ederim”. Ben ona cevap verecekken, tekrar elini kaldırdı ve “Hocam sözümü geri alıyorum” dedi. Neden sözünü geri alıyorsun dedim? “Hocam, benim aklım fazla işe yaramıyor. Ben dünyanın sahibiyim diyerek biraz hava atayım dedim. Sonra düşündüm ki, aklım olmadıktan sonra hava da atamam. Bu nedenle sözümü geri aldım”. Şimdi taşı gediğine koymanın tam zamanı diye düşündüm ve şunları söyledim: Evet değerli öğrencilerim, sahip olduğumuz değerlerin farkına varmak, hayatımızın inşasında bizlere Katma Değer katar. Evet hiçbirimiz yoksul değiliz. Sahip olduğumuz akıl bile bütün bir dünya ile değiştirilemez. Gözlerimiz, kulaklarımız, Ellerimiz-Ayaklarımız ve diğer organlarımızın her biri paha biçilmez değerdedir. Bu değerlerimizin farkında olarak bir hayat sürdürmek hayata bir başka güzellik katar.

 

“Farkın farkına varmak” insana has bir meziyettir. Şöyle bir tasavvurla hayatımızı inşa edersek, o hayattan tat alırız, zevk alırız ve haz alırız: Her gün yatarken uyuyabiliyoruz, kalkarken yürüyebiliyoruz. “Uyuyabilmek” ve “yürüyebilmek” bizim gayretimizle, çalışmamızla elde ettiğimiz değerler değildir. Yaratıcının bize bir armağanıdır. Hamd olsun Rabbime. Hayatımı, tasavvurumu ve zihin dünyamı hamd ve şükrün gölgesinde inşa ediyorum. Bu farkı fark etme bilincine sahibim. Bu zihinsel fonksiyonlara sahip olmak en büyük zenginliktir.

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri