DR.MEHMET NAİM BOZ

SARIKLI MOLLA SÜLEYMAN EL- MOZGELÂNÎ (3)

      Hayatından verebilecek çok örnek olmakla birlikte talebelerinden Muhterem Mehmet Yargın Hocamızdan dinleyelim:       

Molla Süleyman’ın ardından…

 

          Hiç unutmuyorum, sıcak bir yaz günüydü; insanlar Batmanın tek kapalı spor salonu olan tesiste, tribünlere doluşmuştu. İsmini tasrih etmek istemediğim yazar A.D. bir konferans verecekti. Yoğun dinleyici kitlesinin içinde ben de bulunuyordum. Selam ve tanıtımdan sonra konuşmacımız sözlerine başladı. Salonun ilgisi ve coşkusu büyük ve heyecan vericiydi. Konuştu konuştu, yoğun ilgi karşısında büyülenmişti adeta. 

Beklenmedik bir şey oldu, yazar kendini kaybetmişti. Ağır bir söz… İlgisiz… ve değersiz… Salon buz kesilmişti. Âlem-i İslam’ın içinde olduğu hali dramatize etmeye çalışıyordu. Bugüne dek kayda değer bir şey, bir hizmet, bir emek verilmemişti ona göre. O kadar ki, yapılan hiç bir hizmeti ve hiçbir kimseyi beğenmiyordu. Derken Bediüzzaman’ı da isim vererek tahfif edince...

 

 Tribünlerdeki topluluğun içinde Molla Süleyman (BOZ), bir âlim vakar ve ciddiyeti ile konuşmacının da misafir olduğunu unutmayarak, gayet latif ve nazik bir üslupla, Bediüzzaman’ı anlattı. Ayağa kalkmıştı; şehadet parmağını yukarı kaldırarak, hem konuşmacıya hem de bizlere ders veriyordu adeta...

 “O Bediüzzaman ki, ...” diye başlayan 8-10 cümlelik bir ders. Herkes pür dikkat onu dinliyordu; müderristi o; her yer medrese! Sözleri konuk yazarın açtığı yaraya merhem olmuştu adeta. Yazar dâhil herkes memnun olmuştu. 

 

Öyle ya, medresede iman ve Kur’an eğitimi ile meşgul iken, Rus ve bunların kışkırttığı Ermeniler, Doğu Anadolu’ya hücum ettiğinde, Bediüzzaman, talebelerinin başında milis alayı komutanı olarak harbe katılmış, yaralanmış ve Ruslara esir düşmüştü.  Ama davasından, imanından asla taviz vermemişti, Cumhuriyetin karanlık döneminde dini bertaraf politikalarına karşı, Bütün zorluklara karşı Bediüzzaman Risale-i Nur eserlerini yazmış ve neşretmişti. 

Bu nedenle de, (Menderes hükümetine kadar) 19 kez zehirlenen, hayatı hep sürgünlerde geçen, milyonlarca insanın imanının kurtulmasına vesile olan bir iman abidesini, savunmak da Molla Süleyman gibi bir peygamber aşığına yakışırdı; sevdalıydı; bir iman ve Kur’an sevdalısıydı! 

Onu hiç sarıksız gördüğümü hatırlamıyorum. Tıpkı üstadı gibi... Benziyordu ona zaten. Hem fiziken hem de manen; sıradan bir mü’min değildi; yüreğiyle, aşkıyla yaşıyordu! Onu gördüğümde gözlerimi alamazdım ondan; yürürdü hep; gözden kayboluncaya kadar… bakardım. Taşıdığı imanın ve davasının kutsiyetine ve izzetine münasip, vakûr ve mütevazı bir yürüyüşü vardı. 

 

Nerde bir İslâm’ı faaliyet varsa hazır bulunur, kimseye de yük olmamak için hep yürüyerek giderdi. Spor salonuna, o konferansa da yürüyerek gelmişti, 3-5 km’lik bir mesafe. Ne sıcağa aldırır ne yorgunluğa; sıradan biri gibi yer almıştı tribünde. Sessiz, gayet sakin ve kendinden gayet emin bir bilge kişilik. Âlim ve fazıl bir şahsiyetti; ihtiyacı olduğundan değil elbet, Müslümanlara manevi destek için oradaydı ve her yerde...

Molla Süleyman varlığını her yerde hissettiriyordu; tabii ki yokluğunu da! Yokluğunu bir Batmanlı olarak hissediyorum. Yetiştirdiği talebeler (şimdi âlimler) elbette bunu daha iyi hissedecektir. Allah sevdikleri ile hassaten iki cihan güneşi, Resul-i Ekrem (s.a.v.) ile haşr eylesin ve ebediyen razı olsun. Âmin. (Mehmet Yargın Hocamıza çok teşekkür ederiz.)

Konuyu çok uzatmamak açısından onunla ilgili sadece bir anımı aktaracağım; 6-7 yıl reçete dediği programı üzerine ders almış, İmam- Hatip Lisesini başarı ile bitirip, Diyanet İşleri Başkanlığının açtığı sınavda yeterlilik belgesini de üstün başarı ile kazanmıştım. 

Yıl 1983 Mozgelân köyümüze yakın Batman çayının öteki tarafında kocalar köyünün İmamlık kadrosu boştu, müracaat etmek için konuyu kendisine açtım ve yardımcı olmasını talep ettim. Şiddetle karşı çıkmıştı. İmamlığın büyük bir mesuliyet ve imamların toplumun öncüleri olduğunu, onun için tam donanımlı medrese usulü ilme sahip olmanın gerekliliğini vurgulamış oğlumda olsan bu mesuliyetin altına giremeyeceği söylemişti. 

Öz oğlu işsiz ama o asla böyle bir şeye tevessül etmemişti. İmamların ilmi yönden Osmanlı usulü tam donanımlı olmaları gerektiğini savunuyordu. Evet, bugün ile o günün Molla Süleyman’ını anlamak, herhalde zor olmamak gerek… 

 

Onu tanıyanlar, onun sohbet ve derslerinde bulunanlar, onun olaylara farklı anlatımını can kulağıyla dinler ve her zaman sohbetlerinin müdavimi olurlardı.

 Bu anlattıklarının binde bir tanesi;   Hz İsâ’nın (a.s) gökyüzüne çıkarılması, mehdi ve deccal konusunu risalelerden de ilham alarak o kadar enteresan bir şekilde anlatıyordu, herkes hayretler içerisinde pür dikkat dinleyip müstefit olurlardı. 

 

Doğrusu bir Peygamber aşığı, sahabe gibi yaşamak isteyen, Devleti Aliye’yi Osmaniye’nin yeniden doğuşunun (Sultan Abdülhamid Han’ın)  ve Said’i Nursi’nin hayranı olup, ömrünü böyle ihya eden Molla Süleyman’ı bu satırlara sığdırmak yetersizdir.

 Bununla birlikte unutulmaması açısından onu bu cümleler ile yâd ediyoruz. Molla Süleyman el-Mozgelânî’nin taşıdığı iman sevdası ve davası bizimde sevdamız ve davamızdır İnşaallah. 

 

  25.01.2017’de fâni dünyadan Baki olduğuna iman ettiği âleme göç etti. Rabbim rahmetiyle cennetine koysun. Âmin Vesselam...

                          Mehmet Naim Boz (oğlu)

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri