- 10 Eylul 2025 - ÇARESİZLİĞİN DİLİ: KONKORDATO
- 30 Agustos 2025 - Dicle’nin Sessiz Çığlığı
- 04 Nisan 2025 - Çarklar Dönüyor Ama Nereye?
- 10 Mart 2025 - FAİZ İNDİRİMİ SONRASI KONUT PİYASASI: RAKAMLAR NE SÖYLÜYOR?
- 12 Aralik 2023 - Batman'da Kiralık Daire Fiyatlarında Düşüş Bekleniyor
- 31 Ekim 2023 - Felsefe ve Doğru Yaşam: Düşünce ve Eylemin Derin Etkileşimi
- 07 Eylul 2023 - İKİNCİ ELDE YETKİ BELGESİ DÖNEMİ
- 07 Agustos 2023 - Çare(SİZ)siniz!?
- 17 Temmuz 2023 - BİLDİĞİMDİR ACITAN
- 13 Haziran 2023 - EKONOMİDE YENİ DÖNEM VE MEHMET ŞİMŞEK!
- 09 Mayis 2023 - SEÇİME GİDERKEN SON KULVARDA
- 01 Mayis 2023 - KENTSEL DÖNÜŞÜME DOĞRU YAKLAŞIM NASIL MI OLMALI?
- 24 Nisan 2023 - KONUT SEKTÖRÜ SORUNLARI

SEYHAN SİNCAR
KIRILAN ZAMANIN ADI: FİLİSTİN
Her coğrafyanın bir yarası vardır. Ama bazı yaralar vardır ki yalnızca o topraklarda yaşayanların değil, bütün insanlığın belleğine kazınır.
Filistin, işte böyle bir yara. Bir haritanın kenarına sığdırılmak istenen ama bütün vicdanlarda büyüyen bir yara. 1948’de Nakba ile başlayan sürgün, bir neslin değil, nesillerin kaderini belirledi. Evlerinden sürülen yüzbinler, zeytin ağaçlarının köklerinden koparıldığı gibi koparıldı topraklarından. Ama o ağaçlar nasıl her bahar yeniden filiz veriyorsa, Filistin de her yıkımın ardından yeniden direndi.
O gün başlayan sürgün, bugün hâlâ devam ediyor. 1967’deki Altı Gün Savaşı ile genişleyen işgal, 1987’de bir halkın taşla tanklara meydan okuduğu Birinci İntifada, 2000’de İkinci İntifada, 2006’da Hamas’ın seçim zaferiyle değişen dengeler… Filistin, sadece bir ülkenin tarihi değil, bütün dünyanın şahitlik ettiği bir direniş kronolojisi oldu. Her kuşak kendi intifadasını yaşadı, her kuşak kendi kaybını taşıdı, her kuşak aynı soruyu sordu: Adalet ne zaman gelecek?
Bugün Gazze’de yankılanan siren sesleri yalnızca bir bölgenin değil, tüm insanlığın kulaklarında çınlaması gereken çığlıklardır. Enkaz başında çocuğuna ulaşmaya çalışan bir annenin elleri, aslında hepimizin vicdanını sarsıyor. Bir babanın sessiz bakışı, bir çocuğun göğe çevrilen gözlerinde donup kalan korku… Bunlar sıradan bir haber değil, insanlığın belleğinde açılan derin yaralardır. Fakat biz çoğu zaman ekran başında acıyı izliyor, sonra kanalı değiştiriyoruz. İşte asıl suç ortaklığı burada başlıyor: Sessizliğimizde.
Ama sessiz kalmayanlar da var. Paris’te yüz binler sokaklara dökülüyor, Londra’da meydanlar dolup taşıyor, New York’ta üniversite kampüsleri Filistin için çadırlarla doluyor. Latin Amerika’nın kentlerinde, Güney Afrika’nın sokaklarında, Asya’nın farklı coğrafyalarında insanlar bir araya geliyor. Dilleri farklı, dinleri farklı, kültürleri farklı… Ama vicdanları ortak. “Filistin yalnız değildir” diye haykırıyorlar. Güney Afrika’da apartheid rejimine karşı verilen mücadelenin mirasını taşıyan halklar, bugün Filistin’in çığlığında kendi geçmişlerini duyuyor. Arjantin’de kaybolan çocuklarının acısını yıllarca Plaza de Mayo’da dile getiren anneler, Gazze’deki annelerin gözyaşında kendi hikâyelerini görüyor. Dünyanın dört bir yanındaki halklar Filistin’i kendi aynalarında izliyor.
Ama ne acıdır ki, aynı duyarlılığı İslam coğrafyasında göremiyoruz. Liderler kürsülerden yalnızca “kınıyoruz” cümleleri kuruyor, sokaklar suskun, meydanlar boş. Paris’te yüz binlerin yürüdüğü gün, Mekke’de, Kahire’de, İslamabad’da sessizlik vardı. Bu sessizlik tarihe kara bir not olarak düşülecek. Adalet diniyle övünen bir coğrafyanın adalet arayışına sessiz kalması, en ağır çelişkidir. İslam coğrafyası Filistin sınavını kaybetmiştir. Filistin’in kanı akarken petrol boru hatlarının güvenliği için milyonlarca dolar harcayan, ama tek bir somut adım atmayan rejimler, yarın tarih kitaplarında utancın adı olacak.
Türkiye’nin Filistin hikâyesi de bu çelişkilerle doludur. 1970’lerde ve 80’lerde Filistin Kurtuluş Örgütü mücadelesini seküler bir damar üzerinden yürütürken, Türkiye’de sol hareketler Filistin’i kendi davalarının parçası bildi. Filistin kamplarında eğitim gören Türk devrimciler, bu mücadeleyi emperyalizme karşı enternasyonal bir direniş olarak gördüler. O dönemde İslami hassasiyetleri yüksek kesimler büyük ölçüde sessizdi. Onlar için Kudüs bir simgeydi ama gündelik mücadelenin parçası değildi. Bugünse tablo tersine döndü: Hamas’ın öne çıkmasıyla İslami çevreler sahiplenirken, sol çevrelerin bir kısmı sırtını döndü. Bir zamanlar “Filistin halkının davası” diyenler sessizleşti, bir zamanlar susanlar “ümmetin davası” diyerek meydanlara çıktı. Oysa Filistin bir gün solun, ertesi gün İslamcıların davası olamaz. Filistin bütün ideolojilerin ötesinde, insanlığın ortak vicdanıdır.
Ve bu noktada sorular birer vicdan tokadı gibi karşımıza çıkıyor: Bir çocuk ölürken kaç diplomatik cümleye sığar? Bir annenin feryadı kaç satırlık kınama metniyle susturulur? Bir halk yok edilirken hangi ülkenin sessizliği meşrulaştırılabilir? Peki biz hangi taraftayız? Çığlığı duyanlardan mı, sessizliği çoğaltanlardan mı?
Tarih, adaletin ertelendiği her anın nasıl büyüyen bir felakete dönüştüğünü gösterir. 1929 Buhranı ekonomiyi, 1994 Ruanda soykırımı insanlığı, 2001’de 11 Eylül sonrası dünya düzeni siyaseti sarstı. Filistin meselesi de bugünün en büyük vicdan sınavıdır. Ve her defasında görüyoruz: Adalet ertelendiğinde umut değil, öfke büyür. Öfke büyüdükçe barış uzaklaşır. Bugün Gazze’de bir çocuğun taşı eline alışı, yalnızca çaresizliğin değil, adaletin ertelenmesinin sembolüdür.
Filistin, yalnızca çaresizliğin adı değildir. Aynı zamanda direncin, sabrın, toprağına kök salmış bir halkın adıdır. Zeytin dalları hâlâ filiz veriyor, taş sokaklarda çocukların kahkahaları hâlâ yankılanıyor. Her yıkıntının arasında yeni bir hayat başlıyor. Çünkü insan, onuru yok sayıldığında bile yeniden ayağa kalkmayı bilir. Ve Filistin halkı bu gerçeği bütün dünyaya hatırlatıyor.
Bugün dünya halkları sokaklarda Filistin için yürürken, İslam coğrafyasının sessizliği tarihe kara bir leke olarak geçiyor. Bugün Türkiye’de farklı ideolojiler Filistin’i kendi gözlüğünden okuyor, ama hakikat tek: Filistin insanlığın ortak sınavıdır. Bu sınavda kimlerin sınıfta kaldığını tarih tek tek yazacak. Ve bir gün bu sınavın sonucu açıklandığında, en ağır not, sadece sessiz kalanlara değil, sessizlikten medet umanlara da verilecek.
Ve bize düşen, bu çığlığı duymak, sessizliği bozmak. Çünkü hiçbir zulüm, insanın özgürlük arzusundan daha kalıcı değildir. Bugün Filistin’e sırt çevirenler yarın kendi tarihlerine bakarken en çok bu sessizlikten utanacaklar. Bir gün bu çatışma bittiğinde, Filistin’in çocukları büyüdüğünde, geriye soracakları tek soru şudur: “Biz ölürken siz neredeydiniz?”
O soruya verilecek bir cevabımız olsun.
Henüz Yorum yok