- 15 Kasim 2025 - Menfaat Bitince Selam da Biter mi?
- 27 Agustos 2025 - ALTIN ÇOCUK
- 06 Agustos 2025 - Güney Penceresi
- 23 Temmuz 2025 - Hayata bir VİRGÜL koyun
- 14 Temmuz 2025 - Övünerek öldürenler, susarak suça ortak olanlar.
- 11 Haziran 2025 - Bir Kolide Umut: Genç Girişimci Ömer’in Hayat Mücadelesi
- 30 Ekim 2024 - BİZİ ALDATMA! ALDATAN BİZDEN DEĞİLDİR.
- 20 Ocak 2024 - KAN'A DEĞER KATMAK
MUHYEDDİN BEYCAN
Silvan, Siliva, Meyyafarikin
Mezopotamya toprakları bir hazine gibidir. Benim için ise bu topraklar, bir hazineden çok daha ötedir. Ne var ki bu zenginliğe çoğu zaman hak ettiği değeri vermeyiz. On binlerce yıl önce bu topraklarda yaşayan atalarımızın bize bıraktığı köprüler, kaleler, çeşmeler, surlar, hamamlar; camiler, kiliseler, havralar ve adını sayamadığımız nice eser yalnızca taştan yapılmış yapılar değildir. Her biri ayrı bir değer, ayrı bir hikâye taşır. Gözyaşı vardır içlerinde, keder vardır, sevinç vardır. Yeter ki durup dinlemeyi, bakmayı değil; gerçekten görmeyi ve o taşların anlattıklarını duymayı bilelim.
Bazen bir şehri görmek yetmez; onu hissetmek gerekir. Mezopotamya’nın kadim topraklarındaki Silvan, benim için tam da böyle bir yer oldu. Eski zamanlarda Siliva, daha da kadim adıyla Meyyafarikin olarak anılan bu şehir, sanki her isim değişikliğinde üzerine yeni bir medeniyet katmanı eklemiş. Silvan, taşlarına sinmiş binlerce yıllık bir ağıdı, onuru ve dramı içinde barındırır. Yer altından fısıldayan bir geçmişi vardır bu şehrin.
Bir hafta sonumu, bu kadim toprakların pek bilinmeyen ilçelerinden biri olan Diyarbakır’ın Silvan ilçesine ayırdım. Batman üzerinden Silvan’a yaklaşırken, 12. yüzyıldan bu yana Batman Çayı’nın coşkun sularını sükûnetle kucaklayan Malabadi Köprüsü karşılar sizi. Artuklu dönemine ait bu eser, yalnızca bir köprü değil; adeta zamanlar arasında kurulmuş bir eşiktir. O heybetli kemerin altında durduğunuzda, yüzyıllar önce bu yollardan geçen kervanların ve yolcuların hikâyeleri rüzgârla birlikte kulağınıza fısıldanır.
Köprü oldukça kalabalıktı. Tur otobüsleri, çevre il ve ilçelerden gelen ziyaretçiler vardı. Çoğu kişi manzarayı ve köprüyü fotoğraflıyordu. Ancak köprüyü anlatacak, tanıtacak rehberlerin olmayışı önemli bir eksiklik olarak dikkat çekiyordu. Buraya yalnızca Malabadi Köprüsü’nün fotoğrafını çekmek için gelenler, Silvan’ın ruhunu kaçırır.
Şehre girdiğimde ise Meyyafarikin’in o eski ağırlığı çöktü üzerime. Silvan Kalesi’nin kalıntıları, geniş kale kapıları ve özellikle Zembilfroş Burcu, yıkılmış olmasına rağmen gururunu koruyan yaşlı bir dev gibiydi. Burçların dibinde durup, bu şehrin bir zamanlar ne kadar sağlam ve görkemli olduğunu hayal ettim.
Asıl duygu yoğunluğunu ise bu surların çevrelediği hüzünlü hikâyede buldum. Burası, Selahaddin-i Eyyubi’nin adını gururla taşıyan Ulu Camii’nin gölgesinde yaşanmış bir direnişin mekânıydı. Tarihin tozlu sayfalarına itilmiş, bize unutturulmuş bir olay geldi aklıma: Eyyubi hükümdarının Moğolların boyun eğme emrini reddetme cesareti… Bu onurlu duruş, şehrin duvarlarına kazınmış olsa da bedeli ağır olmuş; halk kılıçtan geçirilmişti. O taşlara dokunurken, büyük bir katliamın sessiz çığlığını, toprağa karışan onurlu kanı hissettim. İşte bu yüzden Silvan, yalnızca bir tarih durağı değil; aynı zamanda vefanın ve derin bir acının anıtıdır.
Bu derin hüznün ardından Karabehlül Camii’nin ve aslen bir Keldani Kilisesi iken camiye dönüştürülen Belediye Camii’nin avlusunda hissettiğim huzur, beni yeniden sarıp sarmaladı. Farklı inançların ve kültürlerin bu taşlarda nasıl yan yana geldiğini, ayrıştığını ve yeniden hayat bulduğunu görmek, geçmişin acısı üzerine umutlu bir tül örter gibiydi.
Silvan, insana tarihin ne kadar acımasız ama bir o kadar da güçlü olabileceğini hatırlatıyor. Burayı gezerken yalnızca tarihi eserleri değil, bu topraklara sinmiş büyük ruhu da ziyaret ediyorsunuz.
Tavsiyem şudur:
Silvan’a gidin ve acele etmeyin. Duvarlara, burçlara, cami avlularına ve toprağa sinmiş hikâyelere kulak verin. Çünkü bu şehir, anlatılmayı değil; bizzat duyulmayı bekliyor.




Henüz Yorum yok