SEYHAN SİNCAR

Çare(SİZ)siniz!?

“Ben, yolum ve hayatım” 

İsa

 

Kalp, zihin ile ruh arasındaki bir koridordur. Ruhunuzdaki sevinç kalbinizden geçip zihne gitmelidir. Hisler ruhun dilidir. Zihin eğer kendini kapatmışsa tüm hissedimler geri dönecektir. Bu yüzden insan kederli olduğunda kalbinin kırıldığını söyler. 

 

Mutluluk; serbestçe ifade edilen sevgidir

 

Günümüz insanının sevgiye yaklaşımı da bir takım değişiklikler gözlenmekte. Sevgide bir takım oyunlarla farklılaştırılıp, özünden uzaklaştırılarak iki sözcüğün bir araya gelişiyle oluşan ve özünde başta kişinin kendisi olmak üzere toplumun tümüne karşı geliştirilen bir tiyatral gösterim gerçekleşmekte. İnsanlar birbirlerine karşı duyduğu sevgiyi ifade edemiyor. Sadece bahsettiğimiz iki sözcük olan ‘Seni seviyorum’ kelimesi ile bir birine rol yapıyor. Bu noktadan ele aldığımızda aslında insanların sanatsal edinimlerinin yüksek olduğu bir dönemden geçiyoruz.  Herkesin içindeki gizli kalan Şekspiri ortaya çıkardığı ve konuşturduğu gayet ‘duygusal’ hatta ‘romantik’ bir süreçteyiz. Tabi bunların gerçekleşmesinde içeriği draje bilgilerle dolu kullandığımız bir ilaç tableti gibi bir takım karışımların toplamı olan ve gittiğimiz her yerde her köşe başında sayısız çoğaltılan korsanlarıyla bir takım kitaplar neden oluyor bu sahte sevgiler sürecine. İnsan tarihinde hiçbir zaman bu kadar uzaklaşmamıştı bu denli sevgiden. Sevgiden uzaklaşarak bu tip araçlarla sahte çözümler bulmaya iten nedenleri de iyi irdelemek gerekiyor. Kapitalizmin yarattığı tüketim kültürü ve bunun gençlerimiz arasında rağbet görmesi sadece kapitalizmin araçlarıyla güçlü hareket etmesine bağlanamaz. Bizlerin düşüncelerimize olan inanç ve uygulama noktalarımızın da sorgulanması gerekir. Genelde bizlerin yazdığımız, okuduğumuz yada konuştuğumuz gibi yaşamamamız içimizdeki küçük burjuva ve feodal yanlarımızı gizlemeye çalışarak bulunduğumuz konumun zıttı konuşmalarla kendimizi olduğumuzdan farklı göstermeye çalışmamız bizi gözlemleyen söylediklerimizin doğruluk ve olması gereklilik noktalarını fark eden gençliğin somut yaklaşımlarımız sonucunda; insanların çaresizlikleriyle yaşadıkları paradoksal çelişkiler ve bu çelişkilerin aşılamaması yakınılan değiştirilmesi gerektiği ifade edilen sistemle bir benzeşme yada daha doğru bir ifadeyle aynılaşma süreciyle bizim ‘olmaz’ ‘yetmez’ ve ‘yanlış’larını ortaya koyduğumuz ancak kendi içimizdeki gerekli değişim ve dönüşümleri gerçekleştirmememizden kaynaklı olarak yaşattığımız çürümüşlükler gençliğimiz tarafından olması gereken ‘teori’ ve ‘pratik’ olarak algılanıyor. Özellikle bizlerin günlük gazete, dergi ve kitaplarımıza karşı ilgisizliğimiz “Nasıl olsa sonra okurum”cu; ertelemeci. Kitapların içeriğine değil az sayfalı, draje ve kolaycı yaklaşmamız. Dünyada ve ülkemizde gelişen olayları takip etmemizin en hızlı iletişim aracı olan televizyon haber bültenlerinin sonunun dahi getirilmediği, ‘off’lamalarla haklı gösterilmeye çalışılan zappingçi vurdumduymaz yaklaşımlarımız ve tartışma, anlama kültürümüzün zayıflaşmasının en önemli nedeni olarak sayılabilir. Son dönemlerin TV dizileri furyasıyla da birleştiğinde inanılmaz bir gençliği değiştirme aracına dönüşebiliyoruz. Yani sistem bizim gençliğimizi bizim aracılığımızla istediği noktaya doğru evrilmesini sağlıyor. Bizse ya bütün bunları fark etmiyor yada fark ettiğimiz halde bunları anlamazdan gelerek kendimizi ve karşımızdakileri kandırmaya çalışarak, kendimizi yaşatıyoruz!..

Yaşamla ilgili çok çeşitli tanımlamalar yapılmış ve Nasıl Yaşamalı ile Ne Yapmalı gibi sorular her zaman insanın gündeminde kimi insanlarda çok küçük ve yaşamın basit sorunları karşısında basit bir 30 saniyelik düşünce edimiyle de sınırlı olsa bizler için anlaşılması tartışılması gereken çok önemli bir konuyu ihtiva eder. Yaşamı ve yaşamayı bilmeyen, sorgulamayan kendisinin bunun içindeki duruşunu netleştirmeyen yaşamı sevemez. Yaşamı sevmeyen kendinden uzaklaşarak bir yabancılaşma yaşar. Yabancılaşanda sevgisizleşir.   

 

Bu ben miyim?

 

İçimizde biz farkında olalım yada olmayalım sürekli bir değişim yaşar insanoğlu. Değişimin olumlu olması içinse bilinçle yoğrulmuş olmasından geçer. Bu noktada en önemli ve bizi, biz yapacak olan kendimizi sorgulamamız olacaktır. Bu ben miyim? Sorusu yada bu sevdiklerimi ne yönde etkiler şeklindeki sorularla insanın kendini sorgulama süreciyle iyiye doğru evrilme başlar. Unutmayalım; saf ve gerçek olan sevginin, uygunsuz bir biçimde ifade edildiği herhangi bir şekil ya da tavır yoktur. “İyi düşün, iyi söyle, iyi yap” 

Sevginiz gerçektir. Sorun sevginin tam anlamıyla ne olduğunun anlaşılmamasıdır. 

Sevgi; Koşulsuz, sınırlanmamış ve gereksinimsiz olandır. Koşulsuz olduğundan, ifade edilmesi için hiçbir şeye ihtiyaç duymaz.  Karşılığında hiçbir şey istemez. Karşılık olarak bir şey yapmak gerekmez. Sınırlandırılmamış olduğu için, bir başkasına bir sınır getirmez. Bir son tanımaz fakat sonsuza dek devam eder. Sınır yada engel deneyimlenmez. Gereksinimsiz olduğu için, özgürce verilen haricinde bir şey aramaz. İstenmeden verilen hiçbir şeyi almayı amaçlamaz. Neşeyle kabul edilmeyen hiçbir şeyi vermeye çalışmaz. Ve özgürdür. Özgürlük, sevginin temel koşuludur. “Sevgi özgürlüktür” 

Birbirimizi sevmeyi bilmiyoruz. Birini ihtiyaç duymadan sevmenin duyulmadığı, bir başkasının koşulsuzca sevilmesinin çok seyrek görüldüğü ve herkesi sınırlama olmadan sevmenin “yanlış” diye öğretildiği bir gezegende hiç de kolay olamaz. Ve sevgiyi yok eden üç büyük sevgi tüketici olan “İhtiyaç duyma”, “Beklenti”, “Kıskançlık” yaşamımızın en belirgin noktaları olmuş durumda. Oysa bu üç tüketiciden biri varolduğunda insan yaşamında bir başkasını gerçekten sevemez. Ve hepsini bırakalım bir kenara bunlardan birine düşkünlük gösteren yaşamda durması gereken noktalardan her geçen gün uzaklaşan bir yapıyı ifade eder. 

Bir sorunu çözebilmek için, öncelikle onu anlamalısınız. İhtiyaç duyma hali, en büyük sevgi katilidir. Sevgi ile ihtiyaç arasındaki farkın bilinmemesi ve bunların birbirine karıştırılması ve bunun süreklileştirilmesi durumu söz konusudur. “ihtiyaç”, sizde olmayan bir şeyin sizin dışınızda bir yerde olduğunu ve mutlu olmak için buna gereksinim duyduğunuzu düşünmenizdir. Buna ihtiyaç duyduğunuza inandığınız için, ona sahip olmak için neredeyse her şeyi yaparsınız. Gerek duyduğunuz şeyi ele geçirmeyi amaçlarsınız. Çoğu insan, gereksinim duyduklarını düşündükleri şeyi ticaret yoluyla elde ederler. Sahip oldukları bir şeyi sahip olmak istedikleri bir şey karşılığında verirler. “sevgi” diye adlandırdıkları da bu yöntemdir. Yaşadığımız dünya üzerinde gelişen ister dinsel, ister sosyolojik isterse de devletsel tüm sistem ve düşüncelerde yapmak istediklerimiz yada yaptıklarımız karşısında bize hep karşılık sunuldu. Bütün dinlerde koşullu bir sevgi verildi. Yapılması gerekenler ve bunun karşısında verilen cennet vaatleri ve ütopyalar. Öğretilen ve yaşanan tarz hep bu oldu. Ve bu tarzla ilişkili mitolojik, anlatısal hikayeler hepimizin bildiği ve bir çok noktada farkına varmadan hayatımızı yönlendiren aynılaştıran ve çoğu zamanda “tarih tekerrürden ibarettir”e götüren olgular hakimdir yaşama. Bunun içinde önce sevgiyi tanımak gerekir. Sevgi alınıp satılabilir yada devredilebilir maddi bir olgu değildir. O nasıl bir çıkar gözetmeden yaşamlarımızın içinde anlamlılaşıp, bir o ölçüde anlamsızlaşabiliyorsa, bizimde onu insanlara sunarken tüketicilerinden arındırıp kendi saflığında sunmamız önemlidir. 

Başkalarının senin hakkında söylediklerini ve söyleyeceklerini değiştirmek için insanların benliğini yüzeysel olarak değiştirmesi ve kaygıların getirdiği noktadan doğruyu bulamamak. Ve başkalarının senin aracılığınla kim olduklarını deneyimlemelerine imkan tanımaktansa, kim olduğunu başkalarının aracılığıyla deneyimlemeye çalışan insan sevginin saflığından uzaklaşarak çıkarların kesiştiği noktalarda varolur. 

Yürekten ilerlemek, yürekte olanı bulmak için yürekten ilerlemek... İnsanın her şeyden uzaklaşarak kendi olması yüreğiyle aklının bir olduğu, kendisine zaman ayırmasıyla ilişkili bir şeydir bu. Yezidilerin yaptığı gibi her sabah gün doğumunda beynin, yüreğin ve bedenin tümüyle iyiye güzele ve sevgiye kilitlenmesi gibi yada akşam yatağımıza girdiğimizde uyumadan önce yani en saf halimize geçmeden önce biraz yaptıklarımızı düşünerek kendimizi sevmeye fırsat sunmakla ilgili birazda yaşamda doğru noktalarda olmak. 

Tıpkı ihtiyaç gibi, beklentiler yada ümitlerde ölümcüldür. Beklentiler özgürlüğü azaltır oysa özgürlük sevginin esasıdır. Birini sevdiğinizde, kendisi gibi olabilmesi için ona tam bir özgürlük bahşedersiniz, çünkü bu ona verebileceğiniz en büyük armağandır ve sevgi her zaman en büyük armağanı verir. Sevgi özgürlüğün sağlandığının haricinde hiçbir şey ummaz ve özgürlük hiçbir beklentiyi bilmez. Ve sevgiyi duyduğunuz sizi kendi tarzında ve kendi istediği sürece sevebilir. 

Sevginin üçüncü büyük katili kıskançlık; kıskançlık nedeniyle birbirinizi ve kendinizi öldürdünüz. Birisini seviyorsanız ona, sizi, sadece sizi sevmesini söylüyorsunuz. Bir başkasını severse kıskanıyorsunuz. Ve bunun ne başı nede sonu var. Zamanla sadece başkalarını kıskanmıyor, işleri, hobileri sevdiğiniz kişinin dikkatini sizden ayıran her hangi bir şeyi kıskanıyorsunuz. Ve sevdiğinizi söylediğiniz kişinin etrafında sizin kendi benliğinizden başka mutlu olabileceği hiçbir şey bırakmıyorsunuz. 

Sonra da dönüp sevgiden aşktan söz ediliyor. Sevginin aşkın ne kadar büyük olduğu, ulaşılamaz olduğu ifade ediliyor. Sorun çoğu insanın sevgi ile ihtiyacı karıştırmasıdır. Oysa bu iki kelime ve deyim birbiriyle değiştirilemezler. Birini sevmenin ona ihtiyaç duymayla hiçbir ilişkisi yoktur. Birini aynı zamanda hem sevebilir hem de ona ihtiyaç duyabilirsiniz fakat ona ihtiyaç duyduğunuz için onu sevemezsiniz. Eğer ona ihtiyaç duyduğunuz için seviyorsanız, gerçekte onu değil daha çok onun size verdiklerini seviyorsunuzdur. Bir başkasını, size ihtiyacınız olanı verse de vermese de olduğu gibi seviyorsanız, onu gerçekten seviyorsunuz demektir. İhtiyaç duymayla hiçbir ilginiz kalmadığında onu gerçekten seviyorsunuz demektir. Unutmayın ki sevgi koşulsuzdur, sınırlandırmasızdır ve gereksinimsizdir. 

Dürüstlük sevginin en yüce şeklidir.

“Söylenen her şeyi dinleyip, sözlerin bir kaçından anlam çıkartmak yerine hepsini daha geniş şartlar ve çevre içine yerleştirmen daha yararlı olacaktır”

Özgürlük, her yerde hayatın temel kavramı ve yapısıdır, çünkü özgürlük insanın temel doğasıdır. Özgürlüğü her hangi bir şekilde azaltan, kıyaslayan, ona zarar veren yada kaldıran tüm sistemler hayatın kendisine karşı çalışan sistemlerdir. Ve şu unutulmamalıdır ki; özgürlük, insan ruhunun amacı değil, gerçek doğasıdır.  

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri