PROF.DR.ŞEMSETTİN DURSUN

İDEALİ OLMAYANLAR HİZMET EDEMEZLER

Bir derdimiz olmalı. Derdi olmayanın iddiası olmaz, iddiası olmayanın davası olmaz, davası olmayan ise yok hükmündedir. Evet, çağımız insanında gayesizlik, idealsizlik ve iddiasızlık had safhada. Oysa ki iddia ve ideal, insanı hayata tutunduran iki kementtir. Onun için psikolojik sorunlar kendisini bir davaya adamayan insanlarda daha fazla görülür. Onların hayattan kopması an meselesidir.

 

Toplumumuzun bu hali, sorumluluklarımızı arttırmaktadır. Sorunu çözmek için insanlara ulaşmak, kırmadan dökmeden onlarla hemhal olmak, hemdert olmak ve bilgi birikimimizi onlarla paylaşmak durumundayız. İçinde yaşadığımız toplumun anlam- değer dünyasını kavramak için kadim medeniyetimizin temel değerlerini, kodlarını bilmek, solumak ve bu doğrultuda bir hayat inşa etmek zaruridir.

 

 

Selim bir mekanizma

 

Akl-ı selim, kalb-i selim ve zevk-i selim’i esas alan bir perspektifle zarafet sahibi âlimleri, arifleri ve hikmet ehli bilginleri yetiştiren toplumlar, geleceğe dair planları, programları ve projeksiyonları olan toplumlardır. Böyle bir toplumun inşası için gayret göstermek en şerefli iştir. Bu uğurda ancak masa- kasa- nisa denkleminden sıyrılmayı başarmış asil insanlar hizmet edebilirler.

 

Aliya İzzetbegoviç; “Hayat, inanan ve salih ameller işleyenler dışında hiç kimsenin kazanamadığı bir oyundur” diyerek insanlığın önüne gerçek hayatı anlamlandırma perspektifini koymuştur. Bu bakış açısı çerçevesinde hayatımızı inşa ederken, birbirleriyle kopmaz bağlarla bağlı bu iki parametreye dikkat kesilmek gerekir. Bu iki parametre, iman ve salih ameldir. Dolayısıyla sahih ve temiz bir aklın ürettiği bilgi/ ilim ile elde edilen iman ve salih amel, hayata anlam veren ve değer katan ikilinin birlikteliğidir.

 

Selim bir akıl ve kalp gözü açık bir basiretle hayatı inşa etmek, hayatı anlamlı kılar. Ahlaki erdemleri baş üstünde tutmadan bir davet dili inşa etmemiz mümkün değildir. Davet ancak hasbi insanların omuzlayabilecekleri bir vazifedir. Hesabi değil hasbi olmak, insanların kendilerine değil davranışlarına karşı duruş sergilemek, gerçekçi aklı kalbin yörüngesinden koparmadan kullanmak, ahsen-i takvim üzere yaratılan insanı Esma-i Hüsna (En güzel isimler) ile irtibatlandırarak anlamaktır esas olan.

 

Değerler dine bağlıdır

 

Değerleri dinden bağımsızlaştırarak bir yere varamazsınız. Biz Müslümanız ve Müslüman olmamız böyle bir bakışla bakmamızı gerektirir. Dinden bağımsız bir değerler eğitimi olsa olsa hümanist bir insan tipini ortaya çıkartır. Oysa ki İslam’ın iyi, güzel, doğru dediği ahlaki erdemlere sahip olmaktan kasıt bu değildir. Dine dayanmayan bir ahlakı İslam ahlak olarak görmez ve kabul etmez. Onun için Peygamberimiz hem dinin tebliğcisi hem “Üsve-i Hasene” yani en güzel ahlakın örneğidir.

 

Günümüz dünyasında en büyük sorun olarak ortaya çıkan dil ve iletişim sorununu çözerken de onun Üsve-i Hasene oluşundan yararlanmak durumundayız. Muhataplarımızla hikmet, irfan ve tasavvura dayalı bir dil ve pozitif bir iletişim kurmak için onun sünnetini baz almalıyız. Çünkü Sünnet bize doğruları sunan hayat kitabımızın pratiğe dönüşmüş yansımasıdır. Sünnet’in örnekliği yerine başka rol modeller arayanlar Kur’an’ın “Şüphesiz ki sen yüce bir ahlak üzeresin” (Kalem, 52) diyerek övdüğü örneklikten de uzak kamış olurlar.

 

Allah insanı iyiye, doğruya, güzele ve erdeme yöneltmek için kalbine bir öz, bir cevher yerleştirmiştir. Bu cevher bozulursa fıtrat/ yapı bozulur. Zira bu cevher varoluşumuzun özünü, esasını teşkil eder. Mehmet Akif; “İmandır o cevher ki, İlahi ne büyüktür!/ İmansız olan paslı yürek sinede yüktür” diyerek imanın, aşkın ve muhabbetin ikamet ettiği yer olan yüreğimize sahip çıkmamız gerektiğini şiirsel olarak ifade etmiştir. Fıtratımıza iyi bakmamız, kirletilmesine izin vermememiz bizim dünyada tuttuğumuz şahsiyet nöbetidir.

 

Zira kirletilen fıtrat, içkin (özümsenen) ahlâkın, muhabbetin ve erdemin tüketilmesi anlamına gelir. Erdemli duruş, ahlaki davranış ise dışarıda değil; içeride, yüreğin derinliklerinde aranmalıdır. İçinde yaşadığımız bu haz ve hız çağında neslimizin ıslahı, içinde yaşadığımız arzın imarı, varlık dünyasının ihyası ve geleceğimizin inşası böyle bir içsel bakışın neticesinde gerçekleşecektir. İçindeki cevheri fark edenler sorumluluğunun farkına varabilir.

 

Büyük sorumluluğumuz

 

Bu sorumluluk bize mikro evren, zübde-i âlem (Âlemin özü, özeti) ve eşref-i mahlûkat (yaratılmışların en şereflisi, en onurlusu ve en değerlisi) olan insanı bu çirkef, bunalımlı ve buhranlı ortamdan sahil-i selamete kavuşturmak için yapmamız gerekenleri hatırlatmaktadır. Meseleye doğru bakanlar istikamet üzere, hikmete, irfana ve tasavvura dayalı olarak bakmışlardır. Bu bakış açısı, insanların fıtratına en uygun yaklaşım tarzıdır. Âlemin özü demek olan insan, ilim ve irfan esas alınarak yetiştirilir.

 

Günümüz dünyasında yanlış yapanların yanlışlıklarını, hatalarını kırmadan dökmeden söylememiz; susmamız gereken yerde de konuşmamamız, dinlememiz hikmetin ve olumlu davranışın gereğidir. Zira hakikati söylemediğimiz zaman kötü niyetli, hırslarının esiri ve benmerkezci insanlar, toplumu yanlış bilgilendirerek fitneye, toplumsal kaosa sebep olabilirler. Sadi Şirazi; “İnsan ruhunu iki şey karartır: Susulacak yerde konuşmak ve konuşulacak yerde susmak” diyerek ölçüyü hatırlatmıştır.

 

Evet susmayalım ama gönül dilinden de bigane kalmayalım. Gönül dili muhatabımızın kalbine, ruhuna, zihin dünyasına dokunmaktır. Bu dokunuşta da orta yolu takip etmenin hayatî derecede önemli olduğu açıktır. Gönül dili ve mütebessim bir yüz ifadesiyle hikmete dayalı söylenecek olumlu bir mesajın aşamayacağı psikolojik bariyer yoktur. Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem; “Her ma’rûf sadakadır. Din kardeşini güler yüzle karşılaman da ma’rûftandır” (Tirmizî, Birr 45) diyerek tebessümün önemini ortaya koymuştur.

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri