DR.MEHMET NAİM BOZ

HİNDİSTAN TANRILARININ MAĞDURU OLDUK

 Hayat bu, yaşam süreci içerisinde nelerle karşılaşacağınızı ancak yerin ve göğün yaratıcısı Yüce Allah bilir. Hayat dalgaları nereden nereye götürüp bırakacağını siz ancak yaşayınca anlarsınız. 

Şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un dediği gibi; “Allah'a dayan, sa'ye sarıl, hikmete râm ol, yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.”  

Allah’a dayan, ona güven, ona hakkıyla kul ol, ona eğil ki ( ibadet et ki) yücelesin… bak tutar seni hiç ummadığım nice hayırlı kapıları açar… 

 

Yıl 1982 İnegöl İmam Hatip Lisesini bitirdik. Rahmetli Hikmet hocam niversiteyi Bağdat’ta (Irak)  okumuştu.  O zamanlar çok şaşırmış ve bize çok ilginç gelmişti… 

Hocam Bağdat’a nasıl gittiniz sorusunun cevabı rahmetli Naim’ciğim sende o yetenek o kabiliyet var… Araştır sen de üniversiteyi dışarıda oku dedi demesine ama beynimizde şimşekler çakmaya başladı…

Tabi o günkü Türkiye’nin yokluk ve imkânsızlık şartlarında İnegöl’den Bursa’ya gitmek için bile zorlanıyorduk… Derken Ankara’ya gittik, o elçilik bu elçilik (Irak, Suriye, Libya, Mısır ) ve derken kendimizi Suudi Arabistan’ın Kızılay’da ki ( Ankara)  kültür ateşinde bulduk…

Çok kibar bir bey efendi bizimle çok ilgilendi… Rabbim ondan razı olsun… O sıralarda yaşımız 19 idi, elimden tuttu oturttu… Beni dinledi, sana yardımcı olurum dedi… Medine-i Münevvere’de okumak istediğimi söyledim,  ilgilendi, yardımcı oldu yol gösterdi, yapmam gerekenleri izah etti… Gerekli belgeleri tercüme edip getirmemi söyledi. (Allah yüz bin kere razı olsun)… herkes koltuğa oturulabilir, ama adam gibi adam olmak o koltuğun hakkını vermek bam başka…

Gerekli belgeleri tercüme edip teslim ettik… Yaklaşık üç- dört ay sonra cevap geliyor: evraklarınız geciktiği için değerlendirmeye alınmamıştır. Sanki üstüme kaynar su döküldü bütün umutları önce Allah’a sonra buraya bağlamıştık… Ankara’ya bir daha gittik… Durumu izah ettik beyefendi ilgilendi ve tekrar evrakları gönderdik bu sefer olumlu cevap geldi…

 Şahsıma gelen kabul yazısının üstünde Hazreti Muhammed Naim bin Süleyman hitabı yazılmıştı. Rahmetli pederi görmeden önce hoca diye bildiğimiz Arapça bilir bana yardımcı olur diye bir tanıdığa gittik… 

Anlamadığım için ne yazıyor diye sordum… Evirdi çevirdi öyle baktı böyle baktı hoca da olsa galiba pek anlamdı,  senin ilmin irfanın bilgin ne ki sana hazret diye hitap etmişler… Bizi bir haşladı bir anlam da veremedim, bir şey diyemedik büyüğümüzdür diye… 

Sonra rahmetli pedere gittik yazıyı okudu hayırlı olsun oğlum Medine-i Münevvere üniversitesine kabul olmuşsun... Ankara da Suudi Arabistan Elçiliği’ne gitmen gerekiyor…

Rahmetli pedere hazret olduğumuzdan akraba olan hoca bizi haşladığını anlattım… Tebessüm etti anlamamıştır (Hazret kelimesi taşıdığı anlamlardan biride sayın demekmiş).

Bilindiği gibi yurt dışına çıkmak için önce pasaport almak gerek… O gün ki Türkiye şartların da pasaport alacaksınız?  Tam üç ay ilgili birimlerde mekik dokuduk tanıdıkları devreye koyduk… Ama o gün hediye (?) almadan pasaportu vermeleri mümkün değildi… ( o günleri bilmeyenlere bilgi olsun diye hatırlatmadır) 

Sonuçta üç ay sonra pasaportu aldık ve Ankara’ya gittik uğraştık bayağı zor oldu bileti aldık. Daha önce Türkiye içi tüm yolculuklarımız kara trenle olurken… İlk sefer uçağa biniyoruz önce Ankara’dan İstanbul’a gideceğiz, muazzam ve müthiş bir duygu,  bulutların üzerinden uçuyorsunuz… İstanbul’dan da Suudi Arabistan uçağıyla Cidde havaalanına uçtuk… Çok lüks bir şehir… O dönem için Türkiye’de nerede öyle yerler… İstanbul’un her tarafı çöp, trafik keşmekeş, dar yollar, anlatılmayacak kadar problem sular bile hep kesik.. Gemlik’ten İstanbul’a 7-8 saatte ancak gidilirdi…

 Cidde’den de Medine-i Münevvere’ye uçakla uçtuk… Medine’de üniversiteye gittik ( o gün bizden büyük abilerin ilgilenmelerini, yardımcı olmalarını unutmam mümkün mu?  hep duacıyız onlara…) 

Sözlü mülakattan sonra dört dönem olan dil enstitüsünün üçüncü döneminden başlattılar… Benden önce iki dönem okuyan arkadaşlar ile aynı sınıfta okumak hiçte kolay olmadı. Çok zorlandık ama çok çalıştık… 

Elhamdülillah dönem sonu üstün başarı ve ödül aldık, enstitü ve üniversite eğitim yıllarım hep üstün başarı ile ve ödül alarak devam etti…

Öğrenci yurduna yerleştirildik… Yurtlar gayet güzel o günkü şartlarda Mescidi Nebevinin hemen bitişiği sayılan büyük ve çok lüks bir otel yurda dönüştürülmüş bir yıl orada kaldık… Sonra üniversite içindeki yurtlarageçtik… Burs var, kitaplar bedava, uçak bileti bedava, her şey bedava… Yeter ki sen oku… ( sebep olanların hepsinden Rabbim razı olsun.) 

 Yurtta kalan öğrenciler ile tanışıyoruz, Hindistanlı, Endonezyalı, Arjantinli, Rusyalı, Amerikalı, Burkina Fasolu, Mısırlı, Malezyalı, Filipinli, Faslı, Cezayirli, Libyalı, Togolu, Maldivli…  velhasıl 106 devletten öğrencileri görmek mümkün,  çok heyecanlı bir o kadarda bilgi ve mutluluk ortamı… 

Yurtta kapı komşu olan öğrenciler ile ve sınıf arkadaşları ile tanışıp samimi bir ortam oluşturduk… Samimi bir ortam olmaması mümkün mü?  Kutsal belde, Peygamber (s.a.v.) şehri… Ortak dil Arapça öğreniyoruz,  Çat pat İngilizce ile de anlaşıyoruz… Anlatılacak o kadar çok güzel anılar vardır burada sadece yaşadığımız ilginç anılarımızdan bir tanesini siz okuyucularımla paylaşmak istiyoruz…

 Bir yılımızı dil enstitüsünde geçirdik, yaz tatilinde herkes ülkesine döndü… Suudi Arabistan’a tekrar dönüş için öğrenci vizemiz tatil süresine göre ayarlanmış yani üniversitenin açılmasından bir gün önce orada olmamız gerekiyor, gecikirseniz vizeniz süresi biteceği için dönmeniz mümkün değil, okuma hakkınız biter…

Eğitim hayatımızın önemi için erken döndük… Ertesi yıl üniversite eğitim ve öğretimi başladı, yurtta yan komşumuz olan Hindistanlı arkadaşların gelmediğini öğrendik üzüldük tabi, vize bitti niye gelmediler bir yıl boyunca muhabbet ettik, onlarda üniversitede okumaktan çok memnundular… Herhalde bir sıkıntıları var gelmeyecekler, üzüldük ama yapılacak bir şey yok… ( tabi o dönem bugün gibi iletişim kurulacak teknoloji de yok… ) 

Eğitimin başladığı üçüncü veya dördüncü günü sabah namazda bizim Hindistanlı arkadaşlarla karşılaştık… Sevindik hoş geldiniz… Hayırdır ne oldu niye geciktiniz? Cevapları çok ilginçti şaşırdık :  “Hindistan tanrılarının mağduru olduk”  cevabından sonra şaşırdık biraz gülüşmeler, nasıl yani…

Hindistan’da Hindu inancı yaygın olup nüfusun çoğunluğu ineğe taparlar, inek tanrılarıdır, ona dokunmak yasak, rahatsızlık vermek yasak, kesip etini yemek büyük olaylara sebebiyet olur. (Oradaki Müslümanlar ya inek kesemezler ya da çok ama çok gizli mekânlarda kesip derisini imha ederek etini yerler…)  Bu inek tanrıları istediği gibi istediği yere yatabilir kimse rahatsızlık verip kaldıramaz…

 Bizlerde üniversite açılmadan bir gün önce Suudi Arabistan’a dönecek şekilde kendimizi ayarladık…

 Gel gör ki o gün Bombay şehrinde havaalanı yolu üzerinde, yolun ortasında Hindistan’ın inek tanrılarından bir tanrı uzanıp yatmış, tanrı ineği kaldırmak suç sayılır, rahatsızlık verip kaldırılırsa katliam olur… Tüm araçlar durmuş, araç kuyruğu tahminen 4-5 km kadar uzamıştı… Biz de o uzun kuyruğun ortalarındayız… Bindiğimiz taksi şoförü de Hindu inancına mensup, eleştiri yapmak ve üzüntüyü dile getirmek  suç, 3-4 saat bekledik tanrı inek keyfi olup kalktı, yol açıldı ama gel gör ki bizlerde uçağı kaçırdık…

Üzüldük ama yapılacak bir şey yok,  Bombay şehrindeki Suudi Arabistan’ın konsolosluğuna gidip durumu izah ettik, yardımcı olup bize bir haftalık giriş vizesini verdiler…

Bu sefer tedbir alarak havaalanına çok erken geldik ki tanrı ineğin mağduru olmamak için…

İnsan bu işte, Allah en büyük nimet olarak ona akıl vermiş, onu eşrefi mahlukat olarak yaratmış, kainatı ve içindeki tüm canlılar onun hizmetine sunmuş… Ama gel gör ki insanoğlu kendi hizmetine sunulmuş aklı fikri şuuru olmayan hayvanı (ineği) kendine tanrı ediniyor…

 Semavi dinde kula kulluk yoktur… Kaldı ki bir hayvana tapmak her halde dünyanın en beyinsiz insanı olmak gerek… İneğe tapıyorlar ve inek bir hayvan, Hindistan’da kurbağaya tapanların bile olduğunu duyduk… 

Geçmiş tarihlerde Hindistan’da bazı Müslümanların zaman zaman tedbir almadan tanrı ineği kesmişler, Hindular tanrılarının kesildiğini öğrenince sorgusuz sualsiz Müslüman köylerine baskın yapıp bütün köylüleri tüfekler ile taradıkları olmuştur…

 Rabbime hamt olsun ki bizler âlemlerin Rabbi yerin göğün yaratıcısı olan Allah’a inanıyor ve ona kulluk ediyoruz… 

Ecdat yadigarı meşhur olan duaları ile bitirelim… Günleriniz hayrola, Hayırlar feth ola, Şerler def ola, Gönüller şâdu handân ola, Müşkilatlar hallu âsân ola, Hastalar şifâyâb ola, Dertliler devâyâb ola, Borçlular edayâb ola, Nâ-murad olanlar ber-murad ola, Nâ şâd olanlar şâd-ü handân ola, Kalplerimiz mesrûr, Ayıplarımız mestur ola… 

Tevhit inancına sahip, putperest olmayan tüm muvahhitlere selam ve dua ile…

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri