SELÇUK ÖZYURT

FAKİRLİK NE KIYMETLİYMİŞ

Kendini farklı bir ülkenin ıssız ormanlarında, dağların tepelerinde, uçurumların kenarlarında, buzulların içinde, çöllerde hissetin mi hiç? 

- Yabani hayvanlarla boğuşarak okuluna gittin mi hiç? 

Biz gitmedik. 

 

Fakat dünyanın dört bir tarafında milyonlarca öğrenci, çok daha kötü şartlarda okudukları eğitim yuvalarına binbir zorlukla gidip gelmektedir. 

En yakın yerlerdeki okulları,

 30-40 km uzaklıkta. 

 

Belgesel kanallarını izlerken okullarına varmak için ço-cukların hangi tehlikeli yolları kullanarak, saatlerce yürü-yüp okullarına vardıklarını görüyoruz.

 

Dağları, tepeleri, ırmakları ve nehirleri geçerek birçok yabani hayvanların tehdidi altında çile çektikten sonra, sıra-larına oturup yorgunluk ve açlıktan ne duyduklarını anlıyor-lar, ne de verimli bir eğitim alabiliyorlar.

 

***

 

1980’li yıllarda Trabzon’un Araklı ilçesine bağlı, ilçeye dört kilometrelik bir mesafede yeşillikler içinde bir köyde yaşıyordum. 

Köyün adı bile Yeşilce Köyü. 

 

Okula giderken giyindiğimiz kara lastik ayakkabılar-dan eziklik duyardık. 

Utanırdık, 

sıkıla büzüle giyinirdik.

 

Günümüzde Afrika ülkelerinin köylerinde çocukların naylon ayakkabıları, terlikleri, bezden ayakkabıları bile yok. Ayakları her türlü taşa, toprağa, dikene bağışıklık kazanmış. 

Yok ötesinde 

yokluk yaşanmakta. 

 

Hani insan onların yanında olsa, bütün parasıyla giyinip kuşandırmak istiyor. Fakat yardım kuruluşları bana güven vermiyor. İyi niyetimizi suistimal eden birçok kuruluş var. 

 

Gözümle gördüğüme, bütçeme göre hediye almak beni daha çok mutlu ediyor. Yardımın yerine ulaşmasının mutluluğunu hissediyorum.

 

***

 

Bugün geçmişte yaşadığımız sıkıntılarımızı anlata anlata bitiremiyoruz… Yoklukları, imkânsızlıkları, çaresizlikleri anlatırken tatlı tatlı konuşuyoruz, hiç gocunmuyoruz. 

 

Adeta yokluklarımızı birbirimizle yarıştırıyoruz.

- Dur, seninki ne ki?

- Benim yemeğe bir lokma ekmeğim bile yok! 

 

Fakirlik, sünepelik, yokluklar üzerine şiir, roman, maka-leler yazıyoruz. Sanki toplumumuz geçmişte yaşadığı sıkın-tıları olmasa ağzını açıp iki kelime konuşacak güce sahip olmayacak. 

 

Zengin fakirin hayatını okuyor, fakir bir diğer fakirin hayatından besleniyor. Siyasetçi, akademisyen, sanatçı, tiyatrocu, sinemacı, yazar-çizer fakirlik, yoksulluk üzerine çalışıyor. 

Sanki zenginin,

 ürettiği hiçbir yaşam belirtisi yok.

 

Siyasetçi fakire haykırıyor... Din adamı fakire yükleniyor, hep yoksulların üzerinden nemalanıyor. 

- Zenginleri toplayıp hakaret eden bir siyasetçi ve din adamı gördünüz mü? 

- Ya da sert çıkış yapılan bir zengin? 

 

Fakirin dokuz ayağı cehennem çukurunda, biri cennette. Ne ibadetini yapacak hali var, ne de isyan edecek cesa-reti. Hep ezilen, bağırılan, hakir görülen insanlar topluluğu. Sadece ülkemizde değil, dünyanın bütün ülkelerinde durum hep böyle. 

Nüfus artışları bile, 

fakirlerin üzerinden gerçekleşiyor.

 

Ben neyi yazacaktım, konu nerelere geldi. Benim de hiç sevmediğim huyum bu.

 

***

 

Kimse geçmişine isyan edip anasını, babasını küçük görmüyor. Herkes ebeveynlerini sevgiyle, saygıyla, rahmet-le anıyor. Feryat figan eden de görmedim. Özellikle Anado-lu’dan gelip ömrünün çoğunu büyükşehirlerde geçiren in-sanların hayat hikâyelerini dinlerken ağzımı açıp on-ları dinlerim. 

 

Hayat tecrübeleri, meslekleri ile ilgili vermiş oldukları mücadele, başarılı ya da başarısız denemeleri hep dikkatimi çekmiştir. 

 

Anladım ki fakirlik yaşanırken çekilecek, kapıya ko-nulacak bir yaşam biçimi değil. Belli kazanımlardan son-ra geriye dönüp anlatıldığı zaman pek de kötü durmuyor. Yokluklardan sonra elde edilen yaşam biçimleri insanı belli bir konfora ulaştırsa da, insanın ruhu geçmişini sorgulama-dan yaşamasına müsaade etmiyor. 

 

Her kazandığı değer, onu geçmişinden alıkoyamıyor. De-desini, babasını, annesini aklına getirmiyor. 

Ağzına her attığı lokma,

 ona imkânsızlıkları hatırlatıyor.

 

Belki de bu yüzden ekmeğe saygı, toplumumuzun en or-tak özelliği. En kötümüz bile, ekmeğin yere atılıp ayaklar altında ezilmesine göz yummuyor.

 

***

 

İstanbul’u gezerken, birçok insanın yere düşmüş ekmeği alıp bir kenara bırakmasından çok mutlu ve bahtiyar olu-rum. Bu insanlar hangi zorlukların arasından sıyrılıp gel-miştir kim bilir?

 

Benim yurdumun insanlarına karşı bir hayranlığım var-dır. Onlar zor günlerin insanlarıdır. Ticari menfaatlerine düşkün bir millet olsak da, yozlaşsak da, bazı değerlerimizi kaybetsek de, yine de kötü günlerde bir araya gelme ka-biliyetimiz var.

 

Belki 30-40 yıl sonra fakirlik üzerine yazılmış hiçbir şey okunmaz. Umarım değer ve itibar görmez. Fakat bizim 5 bin yıllık tarihimizde fakirlik her zaman kendi yerini bul-muştur. 

 

***

Göç eden bir toplumun, göç hareketleri bitmediği müd-detçe fakirlik edebiyatı hep yapılacaktır. 

 

Göçü sadece ülke hareketleri ve toprak kazanımları ola-rak dikkate almayın. 

Yurt içi göçünü,

 halen bitirmiş değiliz.

Hiç kimse yerinde, yurdunda kalmak istemiyor

 

Tarihteki Türk devletlerinin kıtadan kıtaya göç devri bitti artık. Devletler aynı yerinde fakat devletlerin insanları hari-taların nüfuslarını değiştirecek güçlere sahip. Bugün Al-manya’da iki milyon Türk kökenli vatandaş var. 

 

Bugün İran’da yaşayan 40 milyon Azeri Türkü’nden çoğu insanın haberi yoktur. 

 

Bütün dünya insanı küçücük Avrupa kıtasına sığınmak istiyor. Ölümü göze alan bu insanların fakirlik edebiyatı biter mi? 

Hiç kimse yerinde, 

yurdunda kalmak istemiyor.

 

***

 

Sanki gizli güçler, nüfus hareketlerine yön veriyor. Artık hiçbir ülke kendi nüfusunu koruyamıyor. Ya göç veri-yor, ya göç alıyor. Durum böyle olunca yoksulluk hep yer değiştiriyor. 

Sınırlar, sınırlı kalmıyor.

 

10 milyar insan, 400 milyon insanın yaşadığı Avrupa ül-kelerine kaçmak istiyor. Sonucu pek iyi olmayan hadiseler yaşanıyor.

 

Üçüncü Dünya Savaşı senaryoları yaşanırken, bütün ül-keler gelirlerini silaha, savunmaya yatırıyor. İnsanlar aç ve susuz. Kendi halklarının savunmasını yapacak düzeni kur-maya çalışıyorlar. 

Yemek, ekmek, 

su paraları silaha yatırılıyor. 

 

***

 

Emeklisinin, işçisinin, memurunun gelir seviyesi hiç kimsenin umurunda değil. Artık ekonomisi çok güçlü dev-letlerin bile ekonomik kaygılarıyla gün yüzüne çıkmaya başladı.

 

Hal ve hareketler sürekli daha iyi kazanma kapılarının peşinden koşulduğunu gösteriyor. İnsanlar tek kapılı dünya düzeni istemiyor olmalı. Ne köyünden, ne de yaşadığı yer-den vazgeçemiyor. Sürekli bir endişe ve kaygı içinde top-lumlar. 

 

Özellikle bizim gibi Müslüman kökenli insanlar yarının korkusunu içinden atamıyorlar. Hâlbuki Müslüman olan, rızkın Allah’tan geldiğine inanan toplumlar daha sa-kin, daha sükûnetli olmalı. Aza kanaat etmeyen milyar-larca insan, milyonların peşinden sürükleniyor.

 

İnsanlar tarımı, çiftçiliği, ekip biçmeyi, üretme sorunları-nı yaşamak istemiyor. Az ve değerli olan yetmiyor bizlere.

 

Ağaçlarla donatılmış, tertemiz suları, bereketli tarlaları, çiçekleri, böcekleri, sınırsız canlı türünü terk edip, insanın olduğu yerlere kaçıyoruz. 

İnsandan korkuyoruz, 

insana sığınmak istiyoruz. 

Daha iyi olacak diye var olanı da berbat etmemek

 

Yüz kişinin yaşadığı köye sığmıyor kimse. Bin kişi dara-cık sitelerin duvar aralarında hayat sürüyoruz. Yan dairede oturan 30 yıllık komşusunu tanımıyor.

 

Dünya rahatını bozmak için çaba sarf ediyor. 6-7 çocuk 60 metrekare içinde daha mutlu olacağını zannediyor. 

- Olmuyor!

Olamaz da.

 

Dünya olduğu müddetçe, farklılık üzerine kurulu bir ya-şam biçimi hep var olacak. Dünyada herkesin zengin olması, dünyanın sonu demek.

 

Daha adaletli, daha eşit paylaşımlı bir dünyayı bütün in-sanlık ister hiç kuşkusuz.

Benim söylemek istediğim;

- Daha iyi olacak diye var olanı da berbat etmemek. 

 

Dünya

 iyiye doğru gitmiyor. 

 

Gideceğini de zannetmiyorum. Halen elinde birazcık top-rağı olan sıkıca yerine, yurduna sahip çıksın.

 

İstanbul’un içinden 100 metrekare daire satın almak için, beş on dönüm arsasını hiç uğruna satıp kimse şehirlere göç etmesin.

 

***

 

Artık gıda temini dünyanın her yerinde büyük sorun ola-cak. 1 kilo patates değere binecek. Bırakın satılıp para ka-zanmasını, herkes aç karnını doyurmaya çalışacak.

Dünya insanı gereğinden fazla lüks ve müsrif yaşıyor. Tonlarca gıda çöplere gidiyor. Gıda ürünleri üzerinden zen-gin olmak isteyen canavarlar var. Obezite sınırını aşmış milyonlarca insan doymak bilmiyor.

 Tüketen çok, 

üreten yok.

 

Üretimin olmadığı her ülke fakirdir. Fakirin olduğu her yerde, hikâyeler hiç bitmez. Devlet adamı, siyasetçisi, aka-demisyeni, gazetecisi fakirin sırtından nemalanıyor.

 

Zengin zenginin hayatını merak etmez. 

Onlar kıyaslarını,

 fakire göre yapar.

 

Fakirlikten, yoksulluktan hele de yokluktan kurtulmak dileğiyle…

 

***

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri